Yeşil Yol – The Green Mile
Geçenlerde Yeşil Yol (Green Mile) isimli Amerikan yapımı filmi yeniden izledim. Ve bu sefer filmin duygusunu daha derinden hissettim.
Filmi ilk defa izlememden bu yana oldukça uzun zaman geçti. Bu defa, neden bu kadar duygulandığımı ve üzüldüğümü biliyorum. Sanırım karar verme ve filmin özünü anlama yetim o günden, bugüne oldukça gelişmiş.
Film Hakkında Kısaca
Filmin başrollerini Oscar ödüllü Tom Hanks ve bu filmle en iyi yardımcı erkek oyuncu Oscar’ına aday gösterilen Michael Clarke Duncan paylaşıyor.
Filmin konusu kısaca şöyle :
Paul Edgecomb (Tom Hanks), hikayesini anlatırken bir huzur evinde yaşamaktadır ve hapishanedeki görevinin üzerinden yıllar geçmiştir. Paul Edgecomb’ un hapishanedeki görevi, hücrelerinden alınan idam mahkumlarını, elektrikli sandalyenin bulunduğu ölüm odasına kadar olan bir millik yeşil yoldan götürmektir. Edgecomb yıllar boyunca bu yoldan sayısız idam mahkümu nakleder.
Ama hiçbirisi onu John Coffey (Michael Clarke Duncan) kadar etkilemez. Oldukça iri yarı biri olan Coffey, iki küçük kızı öldürmek suçundan idama mahkum olmuştur. Ürkütücü görünümünün aksine oldukça duygulu ve karmaşık bir iç dünyası olan Coffey, bazı doğa üstü güçlere sahiptir. Edgecomb’ un ona gerçekten suçlu olup olmadığını sormasıyla aralarında diyolog başlar. Edgecomb, artık hiç beklenmedik yerlerde mucizelerin olabileceğine inanmaktadır.
Konumuza Dönelim
Bu yazıyı sadece film hakkında yorum yapmak için değil, konusunu ve yaşanılanları gerçek hayattan örneklerle tartışmak istediğim için yazıyorum.
Herkes Farklı Açıdan Eleştirebilir
Herkes farklı açılardan eleştirip, yorum yapabilir. Ve ben de kendi bakış açım ile yorumlayacağım.
Bir zamanlar Amerika toplumunun büyük kesimince (hemen hemen hepsi) siyahi insanları ikinci sınıf vatandaş olarak görülüyordu. Ve bu hukuk tarafından herkes eşit sayılana kadar devam etti. Kanunları değiştirerek, insanların önyargısını da değiştiremiyorsunuz. Uzunca bir süre siyahi insanlara ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapıldı. Şu sıralar da sosyal bakımdan bazı kötü davranışların devam ettiğini de duyuyorum.
İkinci Sınıf Vatandaş Olarak Hissetmek
19. ve 20. yüzyılda salgın gibi yayılan milliyetçilik akımlarına tüm dünya kapıldı. Bu topraklarda da yüzyıllardır beraber yaşayan kardeş halklar çatışmaya başladı. Kanun önünde herkes eşit, ama dedim ya; sosyal alanda insanlar birbirlerine karşı hala önyargılı.
Ki Türkiye gibi nüfusun %90’ından fazlasının Müslüman olduğu bir ülkede insanların birbirlerine sırf farklılıklarından dolayı kötü davranması, önyargıyla yaklaşması acayip.
“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah’tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz.”
(Hucurat suresi, 10. ayet)
Kur’an’da Allah (c.c.) bizlere buyurduğu gibi, tüm Müslümanlar (Müminler) kardeştir. Kimin günahkar, iyi, kötü, olduğunu bilemeyeceğimiz için, biz insan olarak kimseyi yargılamamalıyız.
Kendini Sevmeyen, İnsanları Sevemez
Siyah ya da beyaz, zayıf ya da şişman, zengin ya da fakir, sağlıklı ya da engelli. Hiçbir özellik, hiçbir sıfat insanları birbirinden üstün ya da aşağı yapmamalı.
Önce insan olarak kendimize saygı ve sevgi duymalıyız. Ve ancak böylelikle karşımızdaki insanları sevebilir ve saygı duyabiliriz.
Renk, dil, fiziki özellik ya da cinsel tercihler insanları birbirinden üstün yapmaz. Hepimiz yaradılışımızdan dolayı insanız. Dünyada insanın, insana üstünlüğü olamaz, olmamalı.
Adalet Herkes İçin Aynı Olmalı
Ve filmdeki gibi, bir insan sırf diğerlerine benzemiyor, farklı diye ona karşı adaletsiz olamayız. Adalet herkes için eşit olmalı.
Ve unutmayın !
“Her çoğunluk, bir gün mutlaka azınlık olur.”